Işık ve Kaburga Ezikleri / Bölüm 1
Elinin altındaki
yosunların nemini hissederek uyandı. Boğazına bir yumru oturmuş her
yutkunuşunda boğazını parçalarcasına aşağı yukarı gidip gelen adem elmasını
koparıp çıkarmasına teşvik ediyordu. Bilinci açıldıkça ormanda olduğunun
farkına varmış olsa da koca ormanın hangi köşesinde olduğu muammaydı. Keşke tek
eksik bilgi nerede olduğu olsaydı. Neden buradaydı? Nasıl olmuştu da yanında
birkaç parça kuru ekmekle ormanın muhtemelen derinliklerinde uyanmıştı? Neden
her kası binlerce ton yükün altında kalmışçasına ağrıyordu? Düşündükçe cevapsız
sorular artıyor fakat herhangi bir ışık parlamıyordu beyninde.
Zaman, zaman konusunda bir tahmin
yürütebiliyordu zira ağaçlar yüksek, hava puslu olsa da hafif bulutların
ardından güneşi seçebiliyordu. Muhtemelen güneş doğalı birkaç saat olmuştu.
Ormanın florası da bu saate paralel olarak uyanmış olmalıydı çünkü gündoğan
çiçekleri taç yapraklarını sergilemeye çoktan başlamış gibi gözüküyordu.
Kafasını sağ tarafa
çevirmesine neden olan sincap sesini duydu. Sadece başını çevirmek için
harcadığı enerji ve duyduğu acı tarifsizdi. Canını asıl yakan şeyin fiziksel
acı değil de bu fiziksel acıya ve amneziye neden olan şeyden bihaber olmasından
dolayı hissettiği korku olduğunu fark etmişti. Kaba bir tahminle on dakikadır
uyanıktı ve on dakikadır aynı sorular kafasında dönüp duruyordu. Elinde
köşeleri bile olmayan bir yapbozun birkaç parçası ya vardı ya yoktu.
Birkaç dakikalık
rastgele soluğun ardından ciğerlerinin açıldığını hissetti. Kaslarına giden
oksijen ağrılarını biraz da olsun dindirmişti. ‘’Muhtemelen akademinin
kuzeyinde bir yerlerdeyim’’ diye düşündü öyle ki elinin altındaki yosunları
hala hissediyor fakat akademinin uzun mu uzun gözlem kulesini göremiyordu.
Bunun anlamı ya akademiden çok uzaktaydı ya da kuzeyde, kuzeye bakar şekilde
uyanmıştı… İkisi de bir anlam ifade etmiyordu zira akademi halihazırda
anakaranın kuzeyinde bulunuyordu.. Daha kuzey noktalar ise balta girmemiş
ormanlar demekti fakat etrafına göz gezdirdiğinde bu denli vahşi olmayan stabil
bir orman vardı.
Şu an en önemli soru
bu olmasa da kalkıp bir etrafa bakınmak bu soruyu ortadan kaldırabilirdi. Bacaklarından güç alıp sırtını yasladığı ağaçtan destek alarak ayaklandı. Sırtı
fena ağrıyordu. Kaburgalarında morluklar belki de çürükler olduğuna yemin
edebilirdi. Bu ağaca kendi isteğiyle yerleşmemişti her nasılsa bu ağaca çarpmış
sonrasında da kalkacak gücü kendisinde bulamamıştı…
Ağacın sert
kabuklarla kaplı gövdesine tutunup ağrılarla ağırlaşmış bedenini yukarı doğru
çekti. Gözlerini açtığı sırada baktığı taraf ormanın her günkü haliydi fakat diğer
taraf ölüm sessizliğiyle sağırlaşmış, aynı zamanda da yanık kokuyordu.
Burada uyanmış
olmasına neden olan her neyse sadece onu değil başka şeyleri de etkilemişti.
Akademinin gözlem kulesinin en üst
noktasındaki gece küresi çoktan solmuştu ama siyah opalden dış kaplama gökyüzünün
kontrastıyla rahatça seçilebiliyordu. Gece küreleri gündüzleri güneş ile şarj
olur geceleri ise akademiye ulaşmaya çalışan yolcular için özgürce parıldardı.
Dünya üzerindeki en güçlü gece küresi akademinindi ve söylentilere göre 4 gün
uzaklıktaki yollardan bile seçilebilirdi.
Akademide dört buçuk
yılını doldurmasına rağmen ilk defa ormanın bu kadar derin noktalarına yol
almıştı. Veya yol almak zorunda kalmıştı…
Umut tıpkı kürenin antik kaplaması gibi opal bir nefes olup
tüm damarlarına ulaşmıştı sanki. Bir anda uyandığından beri ilk kez dinç
olduğunu fark etti. Yine de oldukça güçsüz ve yorgundu.
Adımlamaya başladı zira şu noktada düşünmek pekiyi bir
yoldaş değildi onun için. Bilinmezliğe katlanamazdı ve düşündükçe bilinmezliğin
arttığının çoktan farkına varmıştı. Plan basitti akademiye varacak hiçbir şey
olmadığını umacak eğer öyleyse öyle davranacak ardından birkaç gün sonra buraya
tekrar gelip hafızasını tazelemeye çalışacaktı.
-----
Birkaç yüz metrenin ardından planın iptal olduğunu anladı
çünkü gördüğü şeyin ne olduğundan emin olacak mesafede bir insan bedeni bir
ağacağın köklerinin üstünde yüzükoyun uzanıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder