Pubg'den Öncesi / Ölüm Oyunu / Kitap ve Film Eleştirileri
Ölüm Oyunu, söylentilere
göre Açlık Oyunları serisinin esin kaynağı, resmi açıklamalara göre de günümüz
oyun piyasasını kontrol altında tutan battle royale oyunlarının –belki de- en
büyüğü Pubg’nin yapılmasına vesile olan edebiyat ürünü.
Açlık Oyunları
serisini yıllar önce silip süpüren ben Pubg ortalarda yokken Ölüm Oyunu’nu
okumayı aklıma koysam da tüketmek şimdilerde günaşırı battle royale oyunlarının
çıktığı dönemde nasip oldu.
Uzun lafın kısası Açlık Oyunları serisini daha çok beğensem
de Ölüm Oyunu da oldukça iyi bir kitaptı.
Japon Edebiyatı’nın klasiklerinden kabul edilen kitap,
hükümetin isteği üzerine düzenlenen katliamı konu alıyor. Her yıl 9. Sınıfa
geçmiş bir sınıf öğrenci bir adaya kapatılıyor ve son kişi kalana kadar
birbirlerini öldürmeleri isteniyor. Kitabımız da o yıl kuradan çıkmış olan
sınıfı konu alıyor.
Kitabı ilk elime aldığımda şöyle bir karıştırırken yazarın
şu notuyla karşılaşmıştım: Bu kitabı sevdiklerime ithaf ediyorum. Kıymeti
bilinmeyecek olsa bile.
Kitap benim için
değerli bunu söylemek güç değil fakat film çok kötü. Açık konuşmaktan çekinmiyorum
çünkü kötüye kötü demek benim işim.
Yazımda da başta kitap olmak üzere eserin başarılı yanlarını
sonrasında ise canımı sıkan yönlerini incelemeyi planlıyorum.
Kitabın kendini
okutması önemli bir etken. Ölüm oyunu, kurgusunun başarılı olması, akıcı olması
ve etkileyici, tempolu sonuyla kendini okutan bir kitap. Benim Japonca
isimlerle beynim sık sık bulansa da
belli bir süre sonra ismini öğrendiğim her şahsın ölmesini fark etmemle beraber isim ezberleme çabalarım da sona erdi.
İsimlerin zorlayıcılığını bir kenara bırakırsak kitap kendini okutma konusunda
kusursuz diyebiliriz.
Kitaptaki
temellendirmeler, geriye dönüşler bana az gelmiş olsa da filmdeki saçmalıklar
işin içine girdiğinde tatmin olmak çok güç olmuyor. Filmde işler o kadar saçma
bir hal alıyor ki, filme göre bu olayların başlamasının sebebi gençlerin
yetişkinlere saygısızlık yapıp onlarla alay etmesi. Evet evet, çok saçma
olduğunun fakındayım.
Benim en çok canımı
sıkan olay, bir şekilde kitabın beni hiç sorgulamaya, okumaya ara verip düşünmeye
itmemesiydi. Olayın bu denli trajik olması, bu gençlerin hepsinin birbirini
tanıması, ana karakterimizin ebeveynlerinin başına gelenler… Bunlar birleşince
insanın sık sık durup ‘’Acaba ben olsam ne yapardım?’’ demesi gerek ama yok,
olmuyor. Belki de ben bu tarz ürünleri geçmişte fazla tükettiğimden artık
eskisine göre daha zor etkileniyorum.
Filme gelecek olursak
filmde beğendiğim çok az şey vardı ve hepsi de çok özel şeyler. Spoiler vermek
istemediğimden bunlardan olabildiğince genel bir çerçeveyle bahsedeceğim.
Filmdeki efektler -özellikle kanlar- çok kötü olsa da basket toplu bir
animasyon vardı ki beni kendine hayran bıraktı.
Bir karakter baştan
aşağı değiştirilmiş ve yeni karakter olayı çok daha ürkünç bir kimliğe bürümüş.
Bakalım hangi karakter olduğunu bulabilecek misiniz?
Kitapta oyun tek kişinin ağzından anlatılıyor
ama filmde bunun için Japon reklamlarından fırlamış bir ablamız var, enerjisi o
kadar yüksek ki mimikleri ve ağzından çıkanlar enfes bir tezat oluşturuyor.
Oyunculuklar çok kötü.
Ölüm sahneleri gerçekten çok uzak. O kadar uzak ki filmin sonlarına doğru ölen
bir karakter çalan telefonun sesiyle yeniden canlanıyor. Telefon görüşmesi
yapıyor, telefonu mermi yağmuruna tutuyor, kurabiye yiyor ve yeniden ölüyor…
Yorum yapmakta zorlanıyorum.
Geçmişte geçen
sahneleri çoğu zaman ayırt etmekte çok güçlük çektim. Nasıl halledilir bilmesem
de geçmişte geçen sahneler için bir filtre falan uygulamanın çok zor olmadığı
kanısındayım.
Her şey bir yana Ölüm Oyunu, klasik olmayı hak eden, ilham
kaynağı olduğu tüm eserler için hepimizin şükran duyduğu bir eser. Filmi olmasa
daha iyi olur muydu bilmem ama kitabı iyi ki hala bizimle ve iyi ki hala güçlü
bir ilham kaynağı.
Kitap için Çağlar Paksoy Puanı: 7,2/10
Film için Çağlar Paksoy Puanı: 3,0/10
Yorumlar
Yorum Gönder